POST TRUTH NEDİR? 
 
         Post-truth bir sıfat olarak, ‘nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu’ şeklinde tanımlanıyor. İnternete ‘post truth’ yazdığımda sadece post-truth politika çıktı karşıma, direkt olarak politikada karşımıza çıktığı düşünülen bu kavrama bir simulakr’dır diyebiliriz. Simulakr'ı ve karşıma çıkan yorumlamaları önüme alınca, bu kavramı birkaç örnek üzerinden açıklamaya çalışmanın daha doğru olduğunu düşündüm. 
         Post-truth politiği olarak baktığımızda, kamu politikasını görmezden gelerek, duygulara hitap ederek ve olgularla desteklenmeyen bir mesajı tekrar tekrar öne sürerek siyaset yapma kültürü olarak çıkıyor karşımıza. Oldukça tanışık olduğumuz bu kavrama, yalandan gerçeklik üreten bir siyasi dalga diyebiliriz. Genelde yalanlar, komplo teorileriyle bağdaştırılan post truth’u, insanların onlara sunulanı aldığı ve teyit etmeye çok da uğraşmadığı bir olay olarak görüyoruz. İnsanlar kendileri için bir geçmiş oluşturuyor, yaratıyorlar ve bu yalanla oluşturulmuş geçmişle bir kariyer bile elde ediyorlar. Örneğin, Gezi olayları sırasında ‘24 saat dışarda durulursa hükümetin çökeceği’ söylemi herhangi bir dayanağı olmadan inanılan, şöyle bir geri çekilip bakıldığında da aslında ne kadar saçma olduğu fark edilen fakat olayın içindeki insanların bu söyleme inanmış olmaları, doğrunun, hakikatin ötesinde bir olaydır. Yine bunun gibi gerçeğin gizlendiği, çarpıtıldığı onlarca haber görüyoruz her gün. Benim en çok gözüme takılanlardan biri doların inanılmaz artış gösterdiği sırada, yandaş medyalarda atılan ‘paramız rekor kırıyor’ başlıklarıydı. Çok gülünç bir durum olmasına rağmen, konudan bir haber insanlarımız ‘oo çok iyiyiz yine’ minvalinde tepkilerle  bu durumu bu şekilde kabul ettiler. Hatta çoğunlukla karşımıza çıkan ‘dolar artıyor geçinemiyoruz’ isyanlarına karşılık gelen, ‘sen dolar mı kullanıyorsun seni nasıl etkiledi?’ sorusu da konuların ne kadar sapmış ve insanların bilgilerinin ne kadar eksik olduğuna küçük bir örnek. Bu ruh halinin nasıl bir sonuca yol açtığını House of Cards’ta Frank Underwood şöyle anlatıyordu; ‘Tanrım, siz sloganlara bağımlısınız. Ne dediğimin ne yaptığımın önemi yok, yeter ki kazanayım, güle oynaya peşime takılırsınız. Açıkcası sizi suçlamıyorum. Nihayetinde beni sevip sevmemeniz de umurumda değil. Zarlar hileli. Kurallara şike karışmış. Mantık Çağı’nın ölümüne hoş geldiniz. Artık doğru ya da yanlış yok. Sadece içerde olmak ya da dışarda kalmak var.’
            Post truth’u bir simulakr olarak ele aldığımızda ise, başka bir deyişle yaşadığımız, şahit olduğumuz münferit olayların bir gerçeği işaret ederken neyin olmadığını gizlediğini sorduğumuzda, iş örnek vermeyi zorlaştırıyor. Politika üzerinden söylenebilecek onlarca şey varken, özellikle de içinde bulunduğumuz dönemde, simulakr örnekleri konunun derinliklerine bakmamızı gerektiriyor. Çünkü, Watergate Skandalı, Saddam’ın idamının haberlerde verilmesi, Kasım Süleymani, Vietnam Savaşı, Körfez Savaşı gibi konularda arka perdeyi aralayabildiğimiz için bu olaylara simulakr diyebildik. Yakın geçmişte yaşadığımız ve hala da yaşanmakta olan Suriye meselesi’nde, Rusya ve Amerika’yı karşı karşıya gelmiş olarak bilmemize rağmen, Kuzey Suriye’de yaşananlar ve Türkiye’yi araya sokmamak için birbirlerini destekler vaziyette olmaları durumun acaba neyin olmadığını gizlediğini merak ettirir şekildeydi. Geçenlerde izlediğim The Great dizisinde de doğru ötesini gözler önüne seren bir sahne vardı, İsveç ve Rusya’nın savaş halinde olduğu sırada taraflar bir araya gelir ve anlaşmaya varılmaya çalışılır; ‘Hango ve Vyborg, ikisi de uzun ve kanlı kuşatmalar olmak üzere. Binlerce insan ölecek ve bitmek bilmeyecek. Dün gece imparator uykusunda konuştu ve imkansız görüneni çözdü. Mesele şu ki, ikiniz de buradan zaferle ayrılmalısınız. O yüzden iki taraf da birer zafer elde etmeli. Durağan iki cephe var. İkisini de canlandırmaktansa ikimiz de çekilelim. Rusya Vyborg’da büyük bir zafer kazandığını iddia eder, siz Hango’da. Onu yaymak için basını ve kürsüyü kullanırız. İlk yalan kazanır. Bunu lehimize kullanacağız. Bir kere hikayeyi yaydığında, insanlar buna inanacak. Buna karşı olan her iddia, vatanseverce karşılanmayacak. O zaman antlaşmayı duyuracağız. Her bir insana zafer gibi görünecek. Birbirimizi yalanlamayacağımızı kabul edeceğiz ve her bir ülke sadece kazandığı savaştan bahsedecek, diğerini görmezden gelecek. Harita, savaştan önceki haline dönecek; Rusya’ya topraklarını geri verecek. Biz ticaret ambargosunu kaldıracağız. Bunu arkamızda bırakacağız. Hepimiz kazanmış olacağız.’
            Aslında işin içinden tam çıkamasam da şunu fark ettim ki, sosyal medyada kendimizi istediğimiz kişi gibi göstermekten, gerçeğimizi orada yaratmak, elde edebildiğimiz anonimlik gücü gibi elimizde olan olaylardan, toplumumuzun ‘en büyük’ sorunlarına kadar, başörtüsü skandallarına kadar, doğru ötesi diyebileceğimiz birçok durum var.  Doğruların, hakikatlerin önemini, değerini kaybettiği bir zamandayız. Peşinde olduğumuz doğru, hep birlikteyken güzel, kişisel çıkarlar amacıyla kullanıldığında ise bir o kadar da çirkin bir şeye dönüşüyor.




POST TRUTH
Published:

POST TRUTH

Published:

Creative Fields